Lezzet tutkunlarına, yeni arayışlar peşindekilere,
“do it yourself”in tadını bir kere almış olanlara, yani ehlikeyiflere
yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız füme teknikleri ve uygulamaları, gıdaların
daha uzun süre muhafaza edilebilmesi için bulunmuş, sonucu en lezzetli
yöntemlerden birisi…
Füme veya Türkçesiyle söyleyecek olursak tütsüleme,
isminden de anlaşıldığı gibi gıdaların duman altında hazırlanma işlemi.
Sistem şöyle çalışıyor:
Öncelikle balık ya da ette su miktarı düşürülüyor. Bu arada dumanın bileşiminde bulunan bazı maddeler ete geçerek bakteri ve mantarların üremesine engel oluyor. Yani zararları mikrobiyal gelişme durduruluyor.
Bu nasıl sağlanıyor?
Ürün, ateşi görmeden yalnızca
dumanla pişiriliyor.
Peki, tadı ne veriyor?
Dağlardaki yapraklarını dökmeyen ağaçların suya
yatırılmış talaşlarından elde edilen duman… Örneğin meşe, kiraz, ceviz, elma…
Bu ağaçlardan üretilen talaşlar kümes hayvanları, balık ve av hayvanları için
mükemmel. Bu talaş, barbekü kömürlerinin üzerine serpildiğinde de iyi sonuç
veriyor. Tabii gürgen, kestane, ıhlamur, kayısı, şeftali, nektarin, armut
ağaçları da kullanılabiliyor. İğne yapraklı, reçineli ağaçların talaşları
kullanıldığında yanma düzensiz olacağı, duman ürüne ağır reçine kokusu ve acı
is tadı vereceğinden tercih edilmiyor.
Tütsülemede başlıca iki yöntem var: Sıcak ve soğuk
dumanlama. Geçtiğimiz aylarda sıcak dumanlamadan söz etmiş, etli ve sütlü
ürünlerde nasıl kullanılacağına dair uygulamalı örnekler vermiştik.
Bu yazımızda sözünü edeceğimiz soğuk dumanlama,
adından da anlaşılacağı gibi 15-25 dereceler arasında yapılan tütsüleme. Ancak,
daha fazla donanım gerektiriyor; sıcak dumanlamada olduğu gibi mutfağımızda, ocağımızın
üstünde bile yapmamız mümkün değil. Açık havada, örneğin bahçemizin bir
köşesinde uygulayabileceğimiz bir yöntem…
Soğuk füme için temel kural, tütsülenecek ürünün
ısıdan uzakta bir yere koyulması ve dumanın buraya soğutularak getirilmesi. Yani
iki düzeneğimiz var, birisi daha önceki sayılarda anlattığıma benziyor. Onun içine
daha önceden ıslattığımız talaşlarımızı -örneğin bir döküm tava içinde-
koyuyor, alttan ısıtarak dumanın çıkmasını sağlıyoruz.
Bu dumanın transfer olacağı ikinci düzeneğimizi duman
ürettiğimizden biraz daha yüksek bir yere (duman, doğal olarak yükseldiği
için), 4-5 metre uzağa (dumanın soğuyabilmesi için) yerleştiriyoruz. Burada
tütsüleyeceğimiz ürünler de bulunuyor.
Yolda soğumuş duman, fırın diye adlandırabileceğimiz
bu ikinci düzeneğin altından giriyor, içinde yavaşça dolaşarak yukarıdaki tahliye
için ayarlı olması gereken bacadan uçup gidiyor.
Füme işlemi için ideal ortam sıcaklığı, 23-25 derece
arasında. Füme fırının ısısı ise yukarıda da belirttiğim gibi 15-25 derece
arası olmalı. Bu değerin üzerine çıkılırsa dumanlama sırasında ürün kokuşabiliyor.
Bu nedenle yaz aylarında özellikle soğuk füme yapmak tercih edilen bir işlem
değil. Sözünü ettiğim soğuk dumanlama da yine aynı sebeplerle genellikle soğuk
bölgelerde tercih ediliyor.
Bu arada, sıcak tütsülemenin 50-80 derece aralığında yapıldığını, tütsüleme süresinin 3-8 saat arasında olduğunu yazılarımızı ilk kez okuyanlar için hatırlatmalıyım. Bir diğer önemli bilgi; sıcak tütsüleme sonuçta tuz oranı az, su oranı fazla olduğundan, soğukta dumanlanmış ürünlere göre daha lezzetli sonuçlar vermekte. Ancak dayanma süresinin daha az olduğunu unutmamak gerekiyor.
Soğuk tütsüleme süresi en az 8-10 saatten başlayarak birkaç güne kadar hatta daha fazla sürebiliyor. Süreyi belirleyen etkenlerden birisi ortam sıcaklığı.
Diğer önemli etken ise bizim gözlemlememiz gereken,
ürünün değişen ağırlığı.
Hedef, dumanlanan ürünlerdeki su oranının yüzde 40’ın altına düşürülmesi. Bu nedenle tütsülenen ürünleri tartmak gerekiyor. Ancak ev yapımı fümeler daha hızlı tüketileceğinden, balığın yüzde 20’ler civarında su kaybetmesi tütsülenmenin sonlandırılması açısından yeterli olabiliyor. Uzun süre saklama amacıyla tütsülendiğinde ağırlık kaybetmenin izlenmesi çok daha önem kazanıyor…
Tütsüleme işlemi bittikten sonra ürünlerin streç filme sarılarak önce buzdolabında bir gün, sonra da derin soğutucuda yine bir günden az olmamak üzere bekletilmesinin zararlı bakterilerin oluşmaması için zorunlu olduğunu da unutmayalım.
Somon Örneğinde Fümeleme İçin
Hazırlık
Malzemeler
• Somon
• Rafine edilmemiş 3 avuç kadar kaya tuzu
• Yine aynı miktarda toz şeker
• Bir avuç dövülmüş karabiber
• 2 baş ince doğranmış sarımsak
• 2 demet dereotu
• Doğranmış 3 portakal ile 2 limon,
• Rendelenmiş 2 havuç
Hazırlanışı
Taze somon veya diğer yağlı olması tercih edilen bir
balık iyice yıkanır; içi çıkarılıp omurga kenarlarına bulaşmış kan pıhtıları ve
karın içi zarı temizlenir. Kafa ve solungaçlar bırakılabilir.
Tuz, şeker, karabiber ve sarımsak iyice karıştırılır. Yarısı
balığın üzerine sıvanır. Balığı alabilecek bir kaba veya folyoya limon ve
portakal üzerine dereotu ve havuç yayılır. Balık koyulduktan sonra kalan
karışım üzerine sürülür. Limon, portakal, dereotu ve havucun kalan bölümü de
buraya boca edilir, üzeri folyoyla kapatılır. Sabah-akşam altüst edilerek 2 gün
buzdolabında bekletilir.
Üçüncü gün akşamı akan suda yıkanır; iyice
kurulandıktan sonra zeytinyağı sıvanıp soğutucuda üstü kapatılmadan sabaha
kadar bekletilir.
Dördüncü gün önce rom veya votka sonra zeytinyağı ile
silinen balık tütsüleme, fırınına yerleştirilir.
Sokak lezzetleri gastronomi dünyasında bir değer olarak kabul ediliyor. Sokakta satılan ve adına SOKAK LEZZETLERİ denen yiyecekler, ülkeler ve kültürler arasında büyük farklılıklar gösteriyorlar ve bu lezzetler tüketicilerin sosyo-ekonomik durumuna ve yerel halkın yemek kültürüne göre değişiklikler gösteriyor.
Yüzlerce yıllık sokak lezzetleri tüm dünyada yeni bir ivme kazanmışken ülkemizin sokak lezzetlerini aşağılayan bir yaklaşımla KONSERVE TON yiyelim düşüncesi hangi sivri zekanındır onu bilmiyorum ama bu ülkede her şeyin mümkün olabileceğini biliyorum. Aslında sokak yemeklerinin eksik yönleri ya da abartıya kaçan sözüm ona Show adı altındaki şaklabanlıkları konusunda her aklı başında bir lezzet düşküne kadar benim de rahatsızlıklarım var. Ama reklam yapacağım diye böyle bir mukayese ve sonunda KONSERVE ürünü öne çıkarma çabası anlaşılabilir bir durum değil.
Tam da burada dikkat çekici bir durum var bu konuda ülkemizin Gastronomi sektöründen en çok beslenen kalemleri ortalıkta yok buradan iki sonuç çıkar ya bu düşünceyi doğru buluyorlar ya da ahbap çavuş ilişkisi. Kaldı ki ben bu reklama kadar KONSERVE TON ve diğer Dardanel ürünlerine çok ta uzak biri değilim. “Sokak lezzetleri turistlere, bölge kültürünün bir parçası olabilme imkânı sağladığı için turizmin çeşitlendirilmesinde ve geliştirilmesinde her geçen gün daha fazla ön plana çıkmakta ve önemi artmaktadır (Choi, Lee ve Ok, 2013; Ballı, 2016). Ülkemizin kültür dokusu, binlerce yıla dayanan birikimi, coğrafi konumu, mevsimsel özellikleri ile oldukça zengin sokak lezzetlerine sahiptir. Bu zenginliğin içinde bir yiyecek ve içecek gurubunun KONSERVE bir ürün ile mukayese ederek SOKAK lezzetlerini aşağılaması kabul edilemez.
TAVUK PİLAV, DÖNER EKMEK, KÖFTE EKMEK, BALIK EKMEK, KOKOREÇ, MİDYE DOLMA, KEBAP DÜRÜMLER, HALKA TATLISI, ŞAMBALİ TATLISI, LOKMA TATLISI gibi daha onlarca lezzeti sadece kötü örneklerden yola çıkarak aşağılamak kimsenin haddine değildir. İlgili firma bu reklamı ortaya çıkaranlardan hesabını sormalı kendisi de çıkıp bu lezzetleri ortaya çıkaran bu ülke insanlarından özür dilemelidir. Bizlere düşende DARDANEL ürünlerine karşı mesafe koymaktır. Hiçbir konuda toplumsal reaksiyon gösterememe alışkanlığından kurtulmalı yanlış yapıldığında bir karşılığı ve bedeli olacağı hatırlatılmalı. Çünkü sokak lezzetleri sadece ekonomik ve lezzetli bir karın doyurma hadisesi değil aynı zamanda ülkelerdeki yöresel yemek alışkanlıklarının sürdürülmesinde, kültürel ve sosyal mirasın korunmasında önemli bir rol taşımaktadır.
Aslında bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığının da bir yorumu olmalı ama elbette böyle bir lüks beklentimiz yoktur. Diğer taraftan Sayın Emine ERDOĞAN tarafından Türk Mutfak Kültürü adına bir kaynak çalışması yapıldığını biliyor ve takdirle yakından izliyoruz keşke hanımefendi Türk Mutfak Kültürünün en önemli varlıklarından SOKAK LEZZETLERİ ne yönelik bu aymazlık hakkında da bir yorum yapsa idi. Tamda burada aklıma Frida KAHLO tarafından söylenen muhteşem söz geldi. AKIL DURDU, KALP SOĞUDU. DİL DE SUSUNCA VAZGEÇTİM. – Ama ben vaz geçenlerden değilim yanlışlar üzerinden doğrular yargılanamaz diyorum ve bu düşünceye inanan herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum.
O yıllarda özellikle zorlu kış aylarında kestane mutluluk
sebebimizdi. Bugün olduğu gibi her mevsim bulunmazdı yani aklı yeni yeten
çocuklar kestaneyi tezgahlarda gördüklerinde kış ayında olduklarını yılbaşına
günler kaldığını anlayabilirlerdi.
Kestane ve haşlanmış mısır yan yana satılmaya başladığından
beri çocukların mevsimi tezgahta bulunan ürünlere göre tahmin etmemelerini
diliyorum.(kızgın surat)
Kimi kebap olarak sever kimi şekerine bayılır. Bazıları
haşlamasını sever. Dondurmasının tutkunları vardır. Yılbaşı sofralarında
hindinin yoldaşıdır. Pastacılık malzemelerinde altın üründür. Doğal
antibiyotikli balı şifa kaynağıdır. Saç boyalarına rengini verir. Ağacından
yapılan kerestelerinin sağlamlığı ve suya dayanaklılığı dillere destandır. İtalyanlar
kestane ağacından fıçı yaparlar. Toskana bölgesinde bir süredir kestane bira
bile yapılıyor. Bitmedi, kestane kabuğundan da teknolojinin son noktası aktif karbon
yapılıyor.
Hepsi tamam ama kestane asla “sadece bir atıştırmalık “değildir!
Kestane ağacı, ekmek ağacı olarak da bilinir. Hem
bereketinden hem de unundan ekmek yapıldığı için.
Özellikle çocuklardaki laktoz alerjisine karşı kestane
unundan faydalanılıyor. Gluten içermediğinden Çölyak hastalarının temel gıda
maddesi konumunda.
Doğal şartlar altında yetişiyor, suni gübre yok, tarımsal
ilaç yok kelimenin tam anlamıyla “organik”; çünkü kendi kendini besliyor, düşen
yapraklarıyla kendi gübresini yapıyor.
Zaten bu kadar kıymetli olmasa Kızılderililer ilaç yapımında
kullanmazdı diye düşünüyor insan. Antik çağ hekimleri dizanteri ve köpek
ısırmalarına karşı hastalarına ilaç olarak kestaneyi önerdiği de kaynaklarda
mevcut.
Geçtiğimiz aylarda üniversitelerimizden birinde kestane
ağacının antioksidan kaynağı olan kurutulmuş çiçeklerinden çay üretilmeye
başlandı. Bir başka üniversitemizde ise kestane özlü kozmetik ürünleri üretmek
üzere çalışmalara başlandı.
Büyük yanılgılardan biri de memleketimizde kestanenin
Bursa’da yetiştirildiğinin sanılması oysa Aydın yetiştirdiği kestaneyi Bursa’ya
yolluyor. Fakat ne kadar güzel işleyip kestane şekeri yapıyorlarsa kestanenin
başkenti olarak anılıyorlar. 80’li yıllarda Bursa’ya gidene heyecanla sipariş
verilirken şimdi her yerde ulaşılabiliyor.
Kestanenin ilk kez Lidya uygarlığında çıktığı bu yüzden
Lidya elması adını aldığı söyleniyor. Sonrasında bütün uygarlıklarda özel bir
ürün olarak yerini hep koruyor.
Tezgahlarda pahalı bulduğumuz kestane, 15-20 metrelik ağaçlarda upuzun sırıklarla yere düşürerek toplanıyor. Hiç kolay değil o kadar uzun ağaçlarda uzun sırıklarla çalışmak bu yüzden tecrübeli sırıkçılar çalışıyor. Tek bir ağaçtaki hasat uzun saatler alıyor. Dikenleri yüzünden mutlaka eldivenle toplanması gerekiyor (deniz kestanesine isim annesi olmasının nedeni bu dikenler). Toplanan dikenli kestaneler “hayat” adı verilen bir yerde gömülüp üzerleri dallar ve eğrelti otlarıyla örtülüyor. Dikenli kabukları çatlayana kadar burada tokaç adı verilen bir aletle kabuklarından ayrıldıktan sonra ise açık bir alanda 2 ay kurutuluyor. Sonrasında boyutlarına göre tasnif ediliyor. Bir yıl sürüyor kestanenin dalından ürün olarak bize ulaşması bu süreye uzun diyoruz ama Anadolu’da en yaşlı kestane ağacı 1000 yaşını geçeli 15 yıl oluyor. İçinde bulunduğumuz her şey doğaya ait.