Yazarlar
Bulgurdan dünyaya mesaj: “My Name Is Bulgur”
Sürükleyici seminerleri, ünlü şeflerin workshoplar’ı ve birbirinden renkli etkinlikleriyle bulguru, geçmişinden geleceğine anlattı; bugüne dek gölgede kalan detaylarıyla tanıttı.

Yayınlanma zamanı
4 sene önce-
Yazar:
Zeynep Kakınç
Hemen her evin mutfağında pişen, kolayca karnımızı doyuran, üstelik sayısız yararıyla sağlık veren bulgur, yüzyıllardır yemek kültürümüzün vazgeçilmezleri arasında. Ancak konu bu kıymetli ve her dem mütevazı cevheri dünyaya tanıtmak, gereken köprüleri kurmak olduğunda yeteri kadar atak olamıyoruz bir türlü. Nihayet 28-29 Mayıs tarihlerinde ilk kez Gaziantep’te gerçekleşen Bulgur Festivali, bu özel tahılı geçmişinden geleceğine tüm detaylarıyla gündeme getirdi. Araştırmacı ve uzmanların önderliğinde bulguru evrensele taşımak amacıyla düzenlenen seminerler, renkli yarışmalar ve etkinlikler sayesinde festivale katılan yerli-yabancı tüm konuklar, bulguru yapım aşamalarından pişirme tekniklerine kadar detaylı tanıma fırsatı buldu.

Sağlıklı beslenme artık dünya genelinde hızla yükselen bir trend. Bulgur gibi besin değerleri yüksek ve pratik malzemelerin önemi de, değeri de günden güne artıyor. Bugün Peru’dan büyük bir pazarlama başarısıyla dünyaya yayılan ‘kinoa’, bulgurun sahip olduğu potansiyeli görebilmemiz adına güzel bir örnek. Kilerin kuşkusuz en hamarat malzemelerinden bulgur, ciddi bir ihracat potansiyeline sahip. Besin değerleri diğer tahıllara oranla çok daha yüksek. Kepekli olması nedeniyle posa yönünden zengin, ayrıca B grubu vitaminlerinin en önemli kaynağı. Bulguru baş tacı ederek renkli görüntülerle tanıtan Bulgur Festivali ise, bulgur adına artık yeni ve farklı bir dönemin başlaması gerektiğinin önemli bir habercisi ve öncüsü.
Bulgur Meydan Okudu!
İki gün boyunca hız kesmeden süren Bulgur Festivali, Gaziantep’in dev parklarından Botanik Bahçesi’nde gerçekleşti. Etrafa yayılan renkli minder ve şemsiyeler, ana sahnenin hemen önündeki büyük festival mutfağı, sergi alanları, bulgur üreticilerinin ürünlerini tattırdığı stantlar, dev seminer çadırı; hepsi alanda hazırdı. Festivalin ‘UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’na kabul edilen Gaziantep’te gerçekleşmesi ise ayrıca önemliydi. Zengin mutfağıyla dünyanın ilgisini çeken Gaziantep’in bulgur yemekleri ve derin mutfak kültürü; festival alanının en güçlü öğelerinden biri oldu. Festival heyecanı ilk gün dev kazanda kaynatılıp dağıtılan ‘hedik’ geleneği ile başladı. Kutlamalarda bereket getirileceğine inanılarak misafirlere, komşulara dağıtılan, evlerde bulgur yapılırken mutlaka tadına bakılan hedik, festival kazanında kaynadı. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ve Gaziantep Ticaret Borsası Yönetim Kurulu kazanın başındaydı.

Festivalde konuşma yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Gaziantep’in gastronomi dalında, UNESCO’nun ‘Yaratıcı Şehirler Ağı’na girdiğine de değinerek: “Geleneksel Antep sofrasının vazgeçilmezi bulguru tanıtmak ve tüm Türkiye’ye sevdirmek amacıyla gerçekleşecek festival, inşallah alanında bir model oluşturur. Bulgur Festivali’mizle, gastronomi kenti Gaziantep’in geleneksel Antep yemeklerinin uluslararası tanınırlığı daha da artacaktır. Geçmişten günümüze kadar uzanan bulgur yemekleri, sadece mutfağımızı değil, kültürel zenginliğimizi de ortaya koyuyor. Festival, topraklarımızdaki bu muhteşem geleneğin üretime dönüşmesinin göstergesidir.” şeklinde konuştu. Gaziantep Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Tiryakioğlu ise; zengin besin değeriyle coğrafyamız insanının asırlar boyu sofrasından eksik etmediği geleneksel lezzet bulgurun, günümüzde dünyanın yeniden keşfetmeye başladığı temel gıda maddelerinin başında geldiğini dile getirdi ve ekledi: “Hayat bulduğu Anadolu topraklarında üreticisi ve tüketicisi tarafından ‘sarı altın’ olarak nitelendirilen bulgur, dünyada halen Türk kökenli ismiyle kabul edilen ender besinlerin de başında gelmekte. Sağlık açısından faydaları ise halen önemli birçok bilimsel araştırmanın kaynağını oluşturmakta. İçerdiği zengin besinsel lif, vitamin ve mineral maddeleriyle sağlık dostu olarak kabul gören bulgurumuzu UNESCO gastronomi kenti Gazi şehrimizden evrensel mutfaklara taşımak istiyoruz.”

Ortadoğu ve Osmanlı mutfağı üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız, bol ödüllü, Gaziantepli şef Yunus Emre Akkor, festival mutfağında tarihten bugüne uzanan geleneksel bulgur lezzetlerini hazırladı.
Festival alanının en dikkat çeken bölümlerinden biri ise, bulgurun başaktan sofraya yolculuğunu anlatan sergi alanıydı. Bulgur çeşitleri, hangi bölgede ne tip üretim yapıldığı, teknik bilgiler, bulgur yapılırken kullanılan araç gereçler; hepsi festival alanında kurulan bu özel sergi alanında konuklara anlatıldı.

Gazeteci, yemek kültürü araştırmacısı ve yazarı Nedim Atilla; bulgurun Anadolu’da nasıl pişirildiğini, hangi malzemelerle eşleştirildiğini seminerinde anlattı. Seminer katılımcıları arasında ünlü beslenme uzmanı Dilara Koçak da vardı. Bulgurun sağlıklı beslenme zincirindeki önemine, yüksek bir vitamin ve besin deposu olmasına değinen keyifli konuşması yoğun ilgi gördü. Koçak, bulgurla yapılabilecek diyet yemeklerden, bulgurun uzun süre tokluk veren ve kan şekerini dengeleyen özel yapısından bahsetti. Dünyaca ünlü yemek ve seyahat dergisi Food and Travel’ın Türkiye edisyonu Genel Yayın Yönetmeni Ebru Erke ise festivalin çok kültürlü etkinliklerinden birini üstlendi. Erke’nin moderatörlüğünde farklı ülkelerden birçok ünlü lezzet bulgurla pişirildi. Etkinliğin katılımcı ünlü şefleri arasında; uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan, Çırağan Palace, Swissotel, The Marmara gibi otellerin mutfaklarını başarıyla yöneten Hollandalı şef Rudolf Van Nunen, Shangri-La Bosphorus’un şefi Fransız Olivier Pistre, Taksim’deki Gaia Restaurant’tan Koreli şef Heejung Han, Pera Thai’nin Taylandlı şefi Napaporn Sarı, Mövenpick Otel’in tecrübeli İtalyan şefi Giovanni Terracciano ve Musafir Restoran’ın Hint şefi İmran M. Rana vardı. Her şef, kendi ülkesine özgü lokal bir lezzeti festival mutfağında bulgurla pişirdi. Konuklar şefleri çalışırken izledi sonra da hazırladıkları lezzetleri tek tek tattı. Bulgur dünya mutfağının iddialı malzemelerine meydan okudu. Gaziantepli sivil toplum kuruluşu GASTURDER tarafından düzenlenen ve geleneksel tariflere odaklanan Ninelerden Torunlarına 1001 Kültürü ile Gaziantep Gastronomi Masalları Bulgurlu Yemek Yarışması ise festivalin en anlamlı etkinliklerinden biriydi. Gaziantepli aileler; anneanne, anne ve çocukları olarak üç kuşak mutfağa girdi. Aile tariflerini festival jürisi için pişirdi. Bulgur tariflerinin kuşaktan kuşağa aktarılmasına odaklanan yarışma, renkli ve duygusal anlara sahne oldu. İnovatif Bulgur Yemekleri Yarışması’nda ise Gaziantep Üniversitesi Gastronomi Bölümü öğrencileri bulgurla dünya standartlarında modern ve özgün lezzetler hazırladı.

Festivalin bir diğer önemli semineri ‘Bulguru dünyaya nasıl tanıtırız?’ sorusuna odaklandı. Önde gelen bulgur üreticileri ile şefler arasında köprüler kurmayı hedefleyen panelin moderatörlüğünü Prof. Dr. Mustafa Bayram üstlendi. Gaziantep Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Tiryakioğlu, Mutfak Dostları Derneği Başkan Yardımcısı ve yemek danışmanı Osman Serim, şef Rudolf Van Nunen gibi isimler panelde bulgurun dünyaya tanıtımı üzerine konuştu.
Gaziantep Gastronomi ve Turizm Derneği (GAPDER) üyesi usta şefler ise festival alanında tam 101 bulgur yemeğinden oluşan heyecan verici bir sergiyle yer aldı. Anadolu tariflerinin yanı sıra şeflerin bulgurdan yaptığı cheesecake, suşi gibi lezzetler de vardı. Bir başka inovatif sunum ise Mutfak Sanatları Akademisi etkinliğiydi. MSA eğitmen şefleri, bulguru modern tekniklerle yorumlayarak nefis bir dondurma hazırladı. Workshop’a gösterilen yoğun ilgi neredeyse stantları yıktı. MSA eğitmen şefleri festival konukları için düzenlenen gala yemeğinde de bulgurla hazırlanan özel ve yaratıcı bir menü sundu.

Festivalin tüm konuklarına en büyük katkılarından biri de kuşkusuz onlarca farklı bulgur çeşidini yakından tanımak oldu. İri pilavlıktan, köfte bulguruna, çorbaların, kebapların yıldızı sitti simitten koyu renkli esmer bulgurlara; konuklar bulgura doydu. Bulgurun önemli üretim merkezlerinden Gaziantep, bu festivalle diğer üretici şehirler için de önemli bir adım atmış oldu. Umarız coşkuyla geçen Bulgur Festivali örnek teşkil ederek Anadolu’nun sarı cevheri bulguru dünyaya anlatan ve duyuran bu festivallerin devamlılığına da öncülük eder.
Bu yazılar ilginizi çekebilir
Yazarlar
SOKAK LEZZETLERİ YERİNE KONSERVE TON YEMEK İSTİYORMUŞUZ…!
AKIL DURDU, KALP SOĞUDU. DİL DE SUSUNCA VAZGEÇTİM

Published
3 sene agoon
4 Ocak 2021By
Adnan Şahin
Sokak lezzetleri gastronomi dünyasında bir değer olarak kabul ediliyor. Sokakta satılan ve adına SOKAK LEZZETLERİ denen yiyecekler, ülkeler ve kültürler arasında büyük farklılıklar gösteriyorlar ve bu lezzetler tüketicilerin sosyo-ekonomik durumuna ve yerel halkın yemek kültürüne göre değişiklikler gösteriyor.

Yüzlerce yıllık sokak lezzetleri tüm dünyada yeni bir ivme kazanmışken ülkemizin sokak lezzetlerini aşağılayan bir yaklaşımla KONSERVE TON yiyelim düşüncesi hangi sivri zekanındır onu bilmiyorum ama bu ülkede her şeyin mümkün olabileceğini biliyorum. Aslında sokak yemeklerinin eksik yönleri ya da abartıya kaçan sözüm ona Show adı altındaki şaklabanlıkları konusunda her aklı başında bir lezzet düşküne kadar benim de rahatsızlıklarım var. Ama reklam yapacağım diye böyle bir mukayese ve sonunda KONSERVE ürünü öne çıkarma çabası anlaşılabilir bir durum değil.

Tam da burada dikkat çekici bir durum var bu konuda ülkemizin Gastronomi sektöründen en çok beslenen kalemleri ortalıkta yok buradan iki sonuç çıkar ya bu düşünceyi doğru buluyorlar ya da ahbap çavuş ilişkisi. Kaldı ki ben bu reklama kadar KONSERVE TON ve diğer Dardanel ürünlerine çok ta uzak biri değilim. “Sokak lezzetleri turistlere, bölge kültürünün bir parçası olabilme imkânı sağladığı için turizmin çeşitlendirilmesinde ve geliştirilmesinde her geçen gün daha fazla ön plana çıkmakta ve önemi artmaktadır (Choi, Lee ve Ok, 2013; Ballı, 2016). Ülkemizin kültür dokusu, binlerce yıla dayanan birikimi, coğrafi konumu, mevsimsel özellikleri ile oldukça zengin sokak lezzetlerine sahiptir. Bu zenginliğin içinde bir yiyecek ve içecek gurubunun KONSERVE bir ürün ile mukayese ederek SOKAK lezzetlerini aşağılaması kabul edilemez.

TAVUK PİLAV, DÖNER EKMEK, KÖFTE EKMEK, BALIK EKMEK, KOKOREÇ, MİDYE DOLMA, KEBAP DÜRÜMLER, HALKA TATLISI, ŞAMBALİ TATLISI, LOKMA TATLISI gibi daha onlarca lezzeti sadece kötü örneklerden yola çıkarak aşağılamak kimsenin haddine değildir. İlgili firma bu reklamı ortaya çıkaranlardan hesabını sormalı kendisi de çıkıp bu lezzetleri ortaya çıkaran bu ülke insanlarından özür dilemelidir. Bizlere düşende DARDANEL ürünlerine karşı mesafe koymaktır. Hiçbir konuda toplumsal reaksiyon gösterememe alışkanlığından kurtulmalı yanlış yapıldığında bir karşılığı ve bedeli olacağı hatırlatılmalı. Çünkü sokak lezzetleri sadece ekonomik ve lezzetli bir karın doyurma hadisesi değil aynı zamanda ülkelerdeki yöresel yemek alışkanlıklarının sürdürülmesinde, kültürel ve sosyal mirasın korunmasında önemli bir rol taşımaktadır.

Aslında bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığının da bir yorumu olmalı ama elbette böyle bir lüks beklentimiz yoktur. Diğer taraftan Sayın Emine ERDOĞAN tarafından Türk Mutfak Kültürü adına bir kaynak çalışması yapıldığını biliyor ve takdirle yakından izliyoruz keşke hanımefendi Türk Mutfak Kültürünün en önemli varlıklarından SOKAK LEZZETLERİ ne yönelik bu aymazlık hakkında da bir yorum yapsa idi. Tamda burada aklıma Frida KAHLO tarafından söylenen muhteşem söz geldi. AKIL DURDU, KALP SOĞUDU. DİL DE SUSUNCA VAZGEÇTİM. – Ama ben vaz geçenlerden değilim yanlışlar üzerinden doğrular yargılanamaz diyorum ve bu düşünceye inanan herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum.
Yazarlar
LİDYA ELMASI: KESTANE
Hepsi tamam ama kestane asla “sadece bir atıştırmalık “değildir!

Published
3 sene agoon
30 Aralık 2020By
Gökçe Demir
Sobalı evlerde büyüyen “ dünün çocukları” iyi bilir kestane kebabın kokusunu.
O yıllarda özellikle zorlu kış aylarında kestane mutluluk sebebimizdi. Bugün olduğu gibi her mevsim bulunmazdı yani aklı yeni yeten çocuklar kestaneyi tezgahlarda gördüklerinde kış ayında olduklarını yılbaşına günler kaldığını anlayabilirlerdi.
Kestane ve haşlanmış mısır yan yana satılmaya başladığından beri çocukların mevsimi tezgahta bulunan ürünlere göre tahmin etmemelerini diliyorum.(kızgın surat)
Kimi kebap olarak sever kimi şekerine bayılır. Bazıları haşlamasını sever. Dondurmasının tutkunları vardır. Yılbaşı sofralarında hindinin yoldaşıdır. Pastacılık malzemelerinde altın üründür. Doğal antibiyotikli balı şifa kaynağıdır. Saç boyalarına rengini verir. Ağacından yapılan kerestelerinin sağlamlığı ve suya dayanaklılığı dillere destandır. İtalyanlar kestane ağacından fıçı yaparlar. Toskana bölgesinde bir süredir kestane bira bile yapılıyor. Bitmedi, kestane kabuğundan da teknolojinin son noktası aktif karbon yapılıyor.
Hepsi tamam ama kestane asla “sadece bir atıştırmalık “değildir!
Kestane ağacı, ekmek ağacı olarak da bilinir. Hem bereketinden hem de unundan ekmek yapıldığı için.

Özellikle çocuklardaki laktoz alerjisine karşı kestane unundan faydalanılıyor. Gluten içermediğinden Çölyak hastalarının temel gıda maddesi konumunda.
Doğal şartlar altında yetişiyor, suni gübre yok, tarımsal ilaç yok kelimenin tam anlamıyla “organik”; çünkü kendi kendini besliyor, düşen yapraklarıyla kendi gübresini yapıyor.
Zaten bu kadar kıymetli olmasa Kızılderililer ilaç yapımında kullanmazdı diye düşünüyor insan. Antik çağ hekimleri dizanteri ve köpek ısırmalarına karşı hastalarına ilaç olarak kestaneyi önerdiği de kaynaklarda mevcut.
Geçtiğimiz aylarda üniversitelerimizden birinde kestane ağacının antioksidan kaynağı olan kurutulmuş çiçeklerinden çay üretilmeye başlandı. Bir başka üniversitemizde ise kestane özlü kozmetik ürünleri üretmek üzere çalışmalara başlandı.
Büyük yanılgılardan biri de memleketimizde kestanenin Bursa’da yetiştirildiğinin sanılması oysa Aydın yetiştirdiği kestaneyi Bursa’ya yolluyor. Fakat ne kadar güzel işleyip kestane şekeri yapıyorlarsa kestanenin başkenti olarak anılıyorlar. 80’li yıllarda Bursa’ya gidene heyecanla sipariş verilirken şimdi her yerde ulaşılabiliyor.
Kestanenin ilk kez Lidya uygarlığında çıktığı bu yüzden Lidya elması adını aldığı söyleniyor. Sonrasında bütün uygarlıklarda özel bir ürün olarak yerini hep koruyor.

Tezgahlarda pahalı bulduğumuz kestane, 15-20 metrelik ağaçlarda upuzun sırıklarla yere düşürerek toplanıyor. Hiç kolay değil o kadar uzun ağaçlarda uzun sırıklarla çalışmak bu yüzden tecrübeli sırıkçılar çalışıyor. Tek bir ağaçtaki hasat uzun saatler alıyor. Dikenleri yüzünden mutlaka eldivenle toplanması gerekiyor (deniz kestanesine isim annesi olmasının nedeni bu dikenler). Toplanan dikenli kestaneler “hayat” adı verilen bir yerde gömülüp üzerleri dallar ve eğrelti otlarıyla örtülüyor. Dikenli kabukları çatlayana kadar burada tokaç adı verilen bir aletle kabuklarından ayrıldıktan sonra ise açık bir alanda 2 ay kurutuluyor. Sonrasında boyutlarına göre tasnif ediliyor. Bir yıl sürüyor kestanenin dalından ürün olarak bize ulaşması bu süreye uzun diyoruz ama Anadolu’da en yaşlı kestane ağacı 1000 yaşını geçeli 15 yıl oluyor. İçinde bulunduğumuz her şey doğaya ait.
Sonuç, ağaçlar hancı biz yolcu…

Online Gastronomi Eğitiminde Yeni Dönem Başlıyor

3. ALTIN KAŞIK GASTRONOMİ ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU
