Bugün, dünya
gastronomi dalında UNESCO tarafından “Yaratıcı Şehirler” ağına dâhil edilen
Gaziantep, Türkiye’nin öncü şehri olma konumuna geldi. Bununla gurur duyuyorum,
her fırsatta dile getirmek beni mutlu ediyor. Yine bir o kadar önemli olduğuna
inandığım birbirinden değerli kültürel zenginlikler içerisindeki bölgelerimizin
yemeklerine de sahip çıkmalıyız. Zira dünya artık kocaman, büyük bir köy.
Topluluklar, halklar, ülkeler birbirinden her anlamda etkileniyor ve
ortaya, tüm dünyaya ait, yepyeni değerler çıkıyor. Bugün tüm dünyanın yediği,
herkesin Amerikalılara ait diye bildiği hamburger de dünyaya mal olan bu
değerlerden biri.
Amerikalı John
T. Gregore tarafından 1932 yılında patenti alınmış olsa da aynı formattaki
yiyeceklerin -ekmeğin arasına et koymak- dünyanın eski toplumlarında da
kullanıldığı biliniyor. Hamburgerin tarihi çok daha eskiye dayanıyor. 1758
yılında, Hannah Glasse’ye ait İngiliz yemek kitabı ‘The Art of Cookery Made
Plain and Easy’de ‘Hamburg Sosis’ başlığıyla ilk tarif verildi. Tarife göre
hamburger doğranmış sığır eti, içyağı ve baharat ile hazırlanıyordu. Yazar o
zaman adı ‘Hamburg Sosis’ olan yemeğin tost ekmeğiyle servisini öneriyordu.
Hannah
Glasse’nin kitabı 1805’e dek Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmamasına
rağmen çok popüler oldu. 19. yüzyılın sonunda Amerika dâhil batıda çok
revaçta olan hamburg biftek, hamburgerin öncüsü sayılıyor. Öncü hamburger,
New York limanında birçok restoranın menüsünde en popüler seçenek haline geldi.
Et; elle kıyılmış, hafif tuzlu ve yanında soğan ile ekmek arasında servis
ediliyordu.
Delmonico’s
Restoran’ın 1873 yılına ait menüsünde hamburg bifteğin tabağı, müşterilere 11
cent’e sunuluyordu. Bugün geldiği nokta ise herkesin malumu… Hikâyenin
yazılı olmayan ve tahminlere dayanan tarihi, Orta Asya’da Türklerin at üstünde
seferden sefere koştuğu dönemlere kadar uzanıyor. Türklerin atlarının eyerleri
altında et taşıdıkları ve bu etin atın vücut ısısıyla pişerek yumuşadığı, pastırma
haline geldiği biliniyor. Cengiz Han’ın torunu Kubilay, Moskova’yı işgal
edince Ruslar pastırmayı ve eti yumuşatmayı öğreniyor. Sonra da bu eti
geliştiriyorlar. Bifteğin yanına soğan ve yumurtayı ekleyip ortaya çıkan
yemeğe, Moğollara verdikleri ‘Tatar’ ismine ithafen, Tatar bifteği adını
veriyorlar. 18. yüzyılda Rus aşçıları bu yemeği Almanya’ya götürüyor. Almanlar
ekmek arasına soktukları bu yemeğe ise Hamburg sosis adı veriyorlar. Kimi yemek
tarihçileri Hannah Glasse’nin 1758 yılında yazdığı kitabında yer verdiği
tarifin, hamburgerin ilk reçetesi olduğunu savunuyor.
Tüm bunlar
doğru mu bilinmez ama herkes tarafından bilinen şeyler var. Amerikalılar
hamburgerin kimliğini sahiplendiler, onu standarda sokarak bir kültür elçisi
gibi kullandılar. Mc Donald’s firması ise hamburgeri seri imalata soktu ve bir
devrim yaptı. Bugün sadece Amerika sınırları içinde bir günde 27 milyon, bir
yılda 10 milyar hamburger satılıyor. 20 milyon büyükbaş hayvan sadece hamburger
yapımında kullanılmak üzere kesiliyor. Hamburger satan restoran zincirlerinin
ciroları milyarlarca doları buluyor. Üstelik fast food ve Amerikan kültürü
hızla yayılıyor.
Bu arada
belirtmeden edemeyeceğim: Bizim de fast food ürünlerimiz, yemeklerimiz var.
Yeter ki doğru yapalım ve tanıtalım. Dünya bizim doğru yapılmış kebap ve
dönerimizi yese bir daha hamburgere dönüp de şöyle bir bakmaz bile.
LEZZETLİ BİR HAMBURGERİN HAZIRLANIŞI
Doğru bir
hamburger yapıldığı zaman hiçbir şekilde zararlı değildir; tam tersi beleyici,
yararlı, fevkalade lezzetli bir yiyecektir. Dananın döş kısmından elde edeceğimiz
%20 yağ oranlı eti, iri çekilmiş kıyma ya da bıçak sırtıyla kıyma haline
getirerek hamburger köftesini hazırlayabiliriz.
Kıymaya tuz ve
karabiber katılmalı -fakat tuz deniz tuzu olacak karabiber de değirmen
karabiber olacak-; bunun dışında ete başka hiç bir şeyin katılmasına gerek
yoktur. Herkes damak tadına göre de bir köfte hazırlayabilir ama şunu unutmamak
lazım etin içerisine ne kadar fazla şey katarsanız, doğasını, lezzetini o kadar
çok kaybetmesine neden olursunuz.
Bu kıymayı
dilediğiniz gibi 100-150-200 gramlık porsiyonlar halinde, yuvarlak köfte haline
getirebilirsiniz. Köfteyi ızgarada mühürleyerek pişirmeliyiz; etin lezzeti,
suyu içerisinde kalsın. Doğru seçilmiş veya hazırlanmış hamburger ekmeği ve
diri, taze haldeki yeşillikler hamburgeri çok daha lezzetli yapacaktır.
Yeşillikleri yıkadıktan sonra üzerindeki suyun iyice süzülmesini sağlayın; aksi
takdirde ekmeği ıslatır veya parçalanmasına sebep olur. Damak tadınıza göre
ketçap, hardal ve çeşitli soslar koyabilirsiniz. Ama bizim tavsiyemiz kendi
damak tadınıza göre güzel bir sos hazırlayıp kullanmanız.
Büyük
marketlerde veya fırınlarda hazır hamburger ekmekleri bulmak mümkün. Kendiniz
de evde kolay bir şekilde bu ekmeği yapabilirsiniz.
Hamburgerinizi
kolay ısırabilmek ve çiğneyebilmek için ön görülen kalınlığın iki parmak
civarında olması gerekir.
Fast Food’daki Değişim
Fast food
tüketimine yeni soluk getiren mekânlar her geçen gün artıyor. Sağlıksız olarak
gördüğümüz bu hızlı tüketim daha iyi hale getirildi. Burgerlerde çeşit,
beklentileri karşılayacak derecede zenginleşti. İnanılmaz lezzetli ve çok
farklı sunumlarla hamburgerler yapılıyor. Bir de
veggie burger var; et içermiyor ve istediğiniz şekilde hazırlanıyor.
Türkiye şu an neredeyse dünyanın en pahalı etini tüketiyor. İşletmeler karlılık oranını arttırmak veya daha uygun fiyata satmak için çeşitli hilelere başvurabiliyorlar. Bu yüzden hamburgerin ev yapımı olması veya güvendiğiniz, bildiğiniz markaların tercih edilmesi daha sağlıklı olacaktır.
Sokak lezzetleri gastronomi dünyasında bir değer olarak kabul ediliyor. Sokakta satılan ve adına SOKAK LEZZETLERİ denen yiyecekler, ülkeler ve kültürler arasında büyük farklılıklar gösteriyorlar ve bu lezzetler tüketicilerin sosyo-ekonomik durumuna ve yerel halkın yemek kültürüne göre değişiklikler gösteriyor.
Yüzlerce yıllık sokak lezzetleri tüm dünyada yeni bir ivme kazanmışken ülkemizin sokak lezzetlerini aşağılayan bir yaklaşımla KONSERVE TON yiyelim düşüncesi hangi sivri zekanındır onu bilmiyorum ama bu ülkede her şeyin mümkün olabileceğini biliyorum. Aslında sokak yemeklerinin eksik yönleri ya da abartıya kaçan sözüm ona Show adı altındaki şaklabanlıkları konusunda her aklı başında bir lezzet düşküne kadar benim de rahatsızlıklarım var. Ama reklam yapacağım diye böyle bir mukayese ve sonunda KONSERVE ürünü öne çıkarma çabası anlaşılabilir bir durum değil.
Tam da burada dikkat çekici bir durum var bu konuda ülkemizin Gastronomi sektöründen en çok beslenen kalemleri ortalıkta yok buradan iki sonuç çıkar ya bu düşünceyi doğru buluyorlar ya da ahbap çavuş ilişkisi. Kaldı ki ben bu reklama kadar KONSERVE TON ve diğer Dardanel ürünlerine çok ta uzak biri değilim. “Sokak lezzetleri turistlere, bölge kültürünün bir parçası olabilme imkânı sağladığı için turizmin çeşitlendirilmesinde ve geliştirilmesinde her geçen gün daha fazla ön plana çıkmakta ve önemi artmaktadır (Choi, Lee ve Ok, 2013; Ballı, 2016). Ülkemizin kültür dokusu, binlerce yıla dayanan birikimi, coğrafi konumu, mevsimsel özellikleri ile oldukça zengin sokak lezzetlerine sahiptir. Bu zenginliğin içinde bir yiyecek ve içecek gurubunun KONSERVE bir ürün ile mukayese ederek SOKAK lezzetlerini aşağılaması kabul edilemez.
TAVUK PİLAV, DÖNER EKMEK, KÖFTE EKMEK, BALIK EKMEK, KOKOREÇ, MİDYE DOLMA, KEBAP DÜRÜMLER, HALKA TATLISI, ŞAMBALİ TATLISI, LOKMA TATLISI gibi daha onlarca lezzeti sadece kötü örneklerden yola çıkarak aşağılamak kimsenin haddine değildir. İlgili firma bu reklamı ortaya çıkaranlardan hesabını sormalı kendisi de çıkıp bu lezzetleri ortaya çıkaran bu ülke insanlarından özür dilemelidir. Bizlere düşende DARDANEL ürünlerine karşı mesafe koymaktır. Hiçbir konuda toplumsal reaksiyon gösterememe alışkanlığından kurtulmalı yanlış yapıldığında bir karşılığı ve bedeli olacağı hatırlatılmalı. Çünkü sokak lezzetleri sadece ekonomik ve lezzetli bir karın doyurma hadisesi değil aynı zamanda ülkelerdeki yöresel yemek alışkanlıklarının sürdürülmesinde, kültürel ve sosyal mirasın korunmasında önemli bir rol taşımaktadır.
Aslında bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığının da bir yorumu olmalı ama elbette böyle bir lüks beklentimiz yoktur. Diğer taraftan Sayın Emine ERDOĞAN tarafından Türk Mutfak Kültürü adına bir kaynak çalışması yapıldığını biliyor ve takdirle yakından izliyoruz keşke hanımefendi Türk Mutfak Kültürünün en önemli varlıklarından SOKAK LEZZETLERİ ne yönelik bu aymazlık hakkında da bir yorum yapsa idi. Tamda burada aklıma Frida KAHLO tarafından söylenen muhteşem söz geldi. AKIL DURDU, KALP SOĞUDU. DİL DE SUSUNCA VAZGEÇTİM. – Ama ben vaz geçenlerden değilim yanlışlar üzerinden doğrular yargılanamaz diyorum ve bu düşünceye inanan herkesi duyarlı olmaya çağırıyorum.
O yıllarda özellikle zorlu kış aylarında kestane mutluluk
sebebimizdi. Bugün olduğu gibi her mevsim bulunmazdı yani aklı yeni yeten
çocuklar kestaneyi tezgahlarda gördüklerinde kış ayında olduklarını yılbaşına
günler kaldığını anlayabilirlerdi.
Kestane ve haşlanmış mısır yan yana satılmaya başladığından
beri çocukların mevsimi tezgahta bulunan ürünlere göre tahmin etmemelerini
diliyorum.(kızgın surat)
Kimi kebap olarak sever kimi şekerine bayılır. Bazıları
haşlamasını sever. Dondurmasının tutkunları vardır. Yılbaşı sofralarında
hindinin yoldaşıdır. Pastacılık malzemelerinde altın üründür. Doğal
antibiyotikli balı şifa kaynağıdır. Saç boyalarına rengini verir. Ağacından
yapılan kerestelerinin sağlamlığı ve suya dayanaklılığı dillere destandır. İtalyanlar
kestane ağacından fıçı yaparlar. Toskana bölgesinde bir süredir kestane bira
bile yapılıyor. Bitmedi, kestane kabuğundan da teknolojinin son noktası aktif karbon
yapılıyor.
Hepsi tamam ama kestane asla “sadece bir atıştırmalık “değildir!
Kestane ağacı, ekmek ağacı olarak da bilinir. Hem
bereketinden hem de unundan ekmek yapıldığı için.
Özellikle çocuklardaki laktoz alerjisine karşı kestane
unundan faydalanılıyor. Gluten içermediğinden Çölyak hastalarının temel gıda
maddesi konumunda.
Doğal şartlar altında yetişiyor, suni gübre yok, tarımsal
ilaç yok kelimenin tam anlamıyla “organik”; çünkü kendi kendini besliyor, düşen
yapraklarıyla kendi gübresini yapıyor.
Zaten bu kadar kıymetli olmasa Kızılderililer ilaç yapımında
kullanmazdı diye düşünüyor insan. Antik çağ hekimleri dizanteri ve köpek
ısırmalarına karşı hastalarına ilaç olarak kestaneyi önerdiği de kaynaklarda
mevcut.
Geçtiğimiz aylarda üniversitelerimizden birinde kestane
ağacının antioksidan kaynağı olan kurutulmuş çiçeklerinden çay üretilmeye
başlandı. Bir başka üniversitemizde ise kestane özlü kozmetik ürünleri üretmek
üzere çalışmalara başlandı.
Büyük yanılgılardan biri de memleketimizde kestanenin
Bursa’da yetiştirildiğinin sanılması oysa Aydın yetiştirdiği kestaneyi Bursa’ya
yolluyor. Fakat ne kadar güzel işleyip kestane şekeri yapıyorlarsa kestanenin
başkenti olarak anılıyorlar. 80’li yıllarda Bursa’ya gidene heyecanla sipariş
verilirken şimdi her yerde ulaşılabiliyor.
Kestanenin ilk kez Lidya uygarlığında çıktığı bu yüzden
Lidya elması adını aldığı söyleniyor. Sonrasında bütün uygarlıklarda özel bir
ürün olarak yerini hep koruyor.
Tezgahlarda pahalı bulduğumuz kestane, 15-20 metrelik ağaçlarda upuzun sırıklarla yere düşürerek toplanıyor. Hiç kolay değil o kadar uzun ağaçlarda uzun sırıklarla çalışmak bu yüzden tecrübeli sırıkçılar çalışıyor. Tek bir ağaçtaki hasat uzun saatler alıyor. Dikenleri yüzünden mutlaka eldivenle toplanması gerekiyor (deniz kestanesine isim annesi olmasının nedeni bu dikenler). Toplanan dikenli kestaneler “hayat” adı verilen bir yerde gömülüp üzerleri dallar ve eğrelti otlarıyla örtülüyor. Dikenli kabukları çatlayana kadar burada tokaç adı verilen bir aletle kabuklarından ayrıldıktan sonra ise açık bir alanda 2 ay kurutuluyor. Sonrasında boyutlarına göre tasnif ediliyor. Bir yıl sürüyor kestanenin dalından ürün olarak bize ulaşması bu süreye uzun diyoruz ama Anadolu’da en yaşlı kestane ağacı 1000 yaşını geçeli 15 yıl oluyor. İçinde bulunduğumuz her şey doğaya ait.