Connect with us

Dosya

YAZ FERAHLIĞI

Çileğe hepimiz bayılıyoruz hem çok lezzetli hem de antioksidan özelliği ile başımızın tacı. Antioksidanlar kandaki zararlı toksin maddelerle savaşıyor ve yaşlanmaya karşı cildi gençleştiriyor.

Yayınlanma zamanı

-

Sonunda yaz geldi. Bu kış her zamankinden uzun geçti sanki. Hava durumu mu ruh halimizi etkiledi, yoksa biz mi yaydığımız enerji ile iklimin dengesini değiştirdik, açıkçası bilemiyorum. Ama artık toparlanma zamanı. Kendimize daha çok vakit ayırmanın, iç sesimizi dinlemenin, doğayla daha çok iç içe olmanın zamanı.

Yediğimiz her lokma, içtiğimiz her damla kıymetli. Kendimiz ve sevdiklerimiz için iyi ve güzel beslenmeli, doğanın bir parçası olduğunu hatırlamalıyız.

Ben de son yıllarda set, tiyatro, ev, çocuk arasında koştururken daha dinç olabilmek için tarifler araştırıyor, daha doğal yaşamanın yollarını arıyorum. Son zamanlardaki favorilerim şekersiz, unsuz atıştırmalıklar ve doğal içecekler. 

Bu sayıda tam yaza yakışan, yaz boyu günün her saati içebileceğiniz hem ferahlatıcı hem de bağışıklık sisteminizi güçlendirecek 3 içecek tarifi oluşturdum sizler için. Üç tarifte çok kolay ve hızlı ve tabi ki şekersiz, doğal ve çok sağlıklı. Kırmızı soğuk çay, çilekli kefir ve şekersiz limonata.

Üç tarifte de bol bol taze nane ve çilek kullandım.

Çileğe hepimiz bayılıyoruz hem çok lezzetli hem de antioksidan özelliği ile başımızın tacı. Antioksidanlar kandaki zararlı toksin maddelerle savaşıyor ve yaşlanmaya karşı cildi gençleştiriyor.

Taze nane ise yaz boyu hem içimizi ferahlatacak hem de sindirim sistemimize destek olacak.

Kefire gelince, kefir mucize besinlerin başında geliyor. Probiyotik yönünden çok güçlü olan kefiri düzenli olarak tüketmek bağırsaklarımız, dolayısıyla bağışıklık sistemimiz için hayati önem taşıyor. Bilim adamları Kafkaslar’ın uzun ve kaliteli yaşamlarının sırrını su niyetine kefir içmelerine bağlıyor.

Bizim evde kefiri sadece ben ve 2 yaşındaki oğlum Taylan içiyorduk. Eşimi ve annemi de bu çilekli tarif sayesinde kefire alıştırdım. Yaz boyu siz de bol buz ve taze nane yapraklarıyla kendiniz ve sevdikleriniz için bu harika tarifi yapabilirsiniz.

Özellikle hazır içecekleri seven çocuklara bu ev yapımı doğal tariflerden mutlaka içirmenizi tavsiye ederim. Çok çok seveceklerdir. Hepinize afiyet olsun.

KIRMIZI SOĞUK ÇAY

Malzemeler:

1 litre su

3 tatlı kaşığı siyah çay

3 yemek kaşığı hibisküslü kuru meyve çayı

3 yemek kaşığı doğal bal

2-3 limon

2-3 dal taze nane

10 adet çilek

10 kalıp buz

Hazırlanışı:

Suyu kaynatın, siyah ve kuru meyve çayını ilave edip 10 dakika demleyin.

Çayı süzün ve balı ekleyin.

Limonları sıkın. Çilekleri dilimleyin. Nane yapraklarını saplarından ayırın.

Çay biraz soğuduktan sonra limon suyunu, çilek dilimlerini, taze nane yapraklarını ilave edin.

Buzdolabında 1 saat bekletin.

Sürahiye buz kalıplarını ekledikten sonra servis edebilirsiniz. Bal oranını damak tadınıza göre arttırabilirsiniz.

Afiyet olsun.

ÇİLEKLİ KEFİR

Malzemeler:

2 su bardağı kefir

10-15 adet çilek

1 muz

2 dal taze nane

1 çay kaşığı toz zencefil

Hazırlanışı:

Naneleri ve çilekleri yıkayın.

Çileklerin saplarını temizleyin.

Nane yapraklarını saplarından ayıklayın.

Bütün malzemeleri blenderden geçirin.

Çilekli kefirinizi bir sürahiye aktarın ve içine bol buz ve taze nane yaprakları ekleyin.

Servis ederken de bardaklara buz ve taze nane yaprakları ilave edebilirsiniz. Afiyet olsun.

ŞEKERSİZ LİMONATA

Malzemeler:

6 adet limon

4 su bardağı ılık su

½ su bardağı organik bal

4-5 dal taze nane

1 çubuk tarçın

3-4 karanfil

Taze zencefil (ceviz büyüklüğünde)

Servis için çilek dilimleri

Hazırlanışı:

Bir kaba 4 su bardağı ılık suya balı ilave edin ve tahta kaşıkla karıştırarak balın erimesini sağlayın.

Limonları sıkın ve kabuklarını hafifçe rendeleyin.

Taze nane yapraklarını saplarından ayıklayın.

Taze zencefili rendeleyin.

Çubuk tarçını, karanfilleri, nane yapraklarını, rendelenmiş zencefili, limon suyunu ve rendelenmiş limon kabuklarını ballı suya ekleyin ve karıştırın.

İçeceğinizi hazırladığınız kabın kapağını kapatıp 2 saat buzdolabında dinlendirin.

İnce bir süzgeçten süzün, kalan tortuyu da elinizle sıkarak iyice suyunun çıkmasını sağlayın.

Limonatayı ikram edeceğiniz bardağa bol buz, ince çilek dilimleri ve taze nane yaprakları ekleyin.

Afiyet olsun.

_Mutfak Magazin | Sayı 08 | Haziran Temmuz | Gizem Erman Soysaldı

Tamamını Oku

Dosya

Kahve ve Sağlık

Published

on

Günümüzde birçok insanın favori içeceği olan ve ülkemizde de neredeyse siyah çay ile yarışacak düzeye gelen KAHVE, sadece zevk içeceği midir yoksa sağlığımıza yararı da var mıdır? Bu soruya cevap bulmak için bilim insanları yıllardır birçok çalışma yaptı, bunlarla sizleri bunaltmayı düşünmüyorum tabi ki, sadece sizler için kısa bir derleme yapmaya çalışacağım.

En büyük çalışmalardan biri olan ve 70.000’den fazla kişinin yıllarca izlenmesi sonucu elde edilen veriler SÜT TOZU/KREMA/ŞEKER katılmadan kahve içenlerin, hiç içmeyenlere göre daha az miktarda kalp krizi ve beyin felci geçirdiklerini gösterdi ve sonradan gelen birçok çalışma da bunları destekledi. Genel görüş şu anda sade kahve içmenin (Filtre kahve, espresso, Türk kahvesi fark etmeksizin) kalp damar sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin var olduğu yönündedir.

Peki istediğimiz kadar içelim mi? Bu sorunun yanıtını aramak için de birçok analiz yapılmış, muhteşem bir içecek olan ve onsuz yapamadığımız suyun bile aşırısının zararlı olduğu düşünüldüğünde cevabı bulmak çok da zor olmasa gerek. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada özellikle haftada 6 kupadan daha fazla kahve içmenin bazı ritm bozukluklarına (Atrial Fibrilasyon) yatkınlığı artırdığı gösterildi. Bir diğer çalışmada ise erkeklerde fazla kahve içmenin kötü kolestrol (LDL) düzeyini artırdığı gözlenmiş. Fakat bu özellikle ailesel kolestrol yüksekliği olan kişilerde gözlenmiş, eğer kolestrol yüksekliği yok ise bu yükselme izlenmemiştir.

Madem ölçülü alındığında kalp ve damar sağlığımızı olumlu etkiliyor, çarpıntım olsa da kendimi içmek için zorlamalı mıyım? Anti-oksidan etkilerinin olduğu bilinen ve yağ yakıcı (lipoliz) etkisinden dolayı popüler diyetlerin vazgeçilmezi kahvenin içerisinde uyarıcı bir madde olan kafein bulunmakta ve hassas kişilerde bir bardak içmek dahi çarpıntı hissi uyandırabilmektedir. Kafein çikolata, çay dahil birçok üründe mevcut; fakat kafein dozları tabi ki biraz farklı. Bir çay bardağı siyah çayda 11 mg kafein varken, aynı miktardaki kahve 41 mg kafein içerir ve bunu bir fincan kahve yaparsanız doz 100 mg’dır. Her insanın kafeine tepkisi farklıdır, bazı insanlar 5 bardak içse dahi bir sıkıntı yaşanmazken bazı insanlar bir bardaktan dahi etkilenebilir. Ritm bozukluklarını tetikleyebilecek kafein bu tür kişilerde yarardan çok zarar getirebilir, yani ilaç gibi görülüp tüketilmesi önerilmez!

Unutmayalım ki kafenin düzenli alım sonrası bağımlılık yaratmakta ve alışılan dozda alınmadığı takdirde baş ağrısı, sinirlilik, anksiyete, bitkinlik yapmaktadır. Birkaç hafta dayanıldığı taktirde tüm bu yoksunluk belirtileri yok olacaktır.

“Kafeinsiz kahvelerin de olumlu etkileri var mı?” Bu sorunun kesin bir cevabı olmamakla birlikte, kavrulmasının yanı sıra ekstra işlemlerden geçerek üretilen bu üründen filtre kahve ve Türk kahvesi gibi daha saf kahveler ile aynı etkilerin beklenmesi pek de akılcı görülmemektedir.

Peki ya çocuklar? Birçok ülkede çocukların kafein tüketmesi 12 yaş öncesinde önerilmez. Çikolatada dahi bulunan kafeini engellemek ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden bazı ülkelerde yaşa göre günlük kafein tüketimi önerileri bulunmaktadır. Bu öneriler şu şekildedir; 4-6 yaş arasında 45 mg/gün, 7-9 yaş arasında 62.5 mg/gün, 10-12 yaş arasında 85 mg/gün, 12 yaş üzerinde 100 mg/gün kafein alımı şeklindedir. Özellikle büyüme çağındaki çocuklarda kahvenin büyüme hormonuna etkilerinden dolayı akşam 18:00 sonrası tüketilmesi önerilmemektedir!

Sonuç olarak size çarpıntı ve huzursuzluk yapmayacak dozu bilip alınan sade kahvenin (krema/süt tozu/şeker olmadan) olumsuz bir etkisi yoktur ve kalp damar sağlığına etkileri de düşünüldüğünde tüketilmesi yararlı gözükmektedir. Aşırı dozda kullanmanın bağımlılık yapıcı etkilerinin olduğu bilinip ölçülü tüketmek oldukça mantıklı olacaktır.

Sağlıcakla kalın.

Doç.Dr. Mustafa Adem TATLISU Kardiyoloji Uzmanı

Tamamını Oku

Dosya

10 Kasım Özel: Ulu Önderimiz Atatürk Hangi Yemekleri Sever, Nasıl Beslenirdi?

Published

on

Modern Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 85. yıl dönümü. Her geçen sene ülkemiz için yaptıklarına tekrar tekrar minnettar oluyor, vizyonerliğine hayran kalıyor, onu büyük özlemle ve saygıyla anıyoruz. 10 Kasım haliyle her sene buruk geçiyor. 

Bu sene Atatürk’ü anarken, konuyu gastronomi ile birleştirmek istedik. Atatürk’ün gösterişten uzak, sade yaşam tarzı yemek alışkanlıklarına da yansımış. Çok yemek yemeyi hem sağlığa zararlı bulan hem de tasarruf etmenin önemine inanan Atatürk’ün sofraları hep sade ve gösterişsiz olurmuş. 

Oldukça yalın bir kahvaltı ile güne başlarmış. Bir dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyerek başladığı gününün devamında gazetesini okurken kahvesini içermiş. Kahveyi çok sevdiği ve günde mutlaka birkaç fincan tükettiği söyleniyor. 

En sevdiği yemeklerden biri kuru fasulyeymiş, yanında da pilav yermiş. Buna okulda alıştığını söylermiş. Çocukluğunda annesinin mutfağından Selanik usulü ıspanaklı böreği çok sever, yanında da ayran içermiş. Ayran çok sevdiği ve çok sık tükettiği bir içecekmiş. 

Akşam yemeklerini davetliler ile birlikte yemeyi seven Atatürk, sofrada uzun uzun vakit geçirmeyi severmiş. Yine bu sofralarda da bamya ve karnıyarık gibi yemekler olurmuş. Et çok sık tüketilen bir besin değilmiş. Davet sofraları da yine sade olurmuş, çeşit çok olmazmış. Atıştırmak istediği zamanlarda ise kavun, tuzlu leblebi ve fıstık en çok tercih ettikleriymiş. 

Yemek sonrası elbette ki geç saatlere kadar çalışan ve okuyan Atatürk, acıktığı zaman omlet yermiş. Tatlı ile çok fazla arası yokmuş ama gül reçeli, yoğurt pekmez gibi sade tatlıları arada tüketirmiş. Ayrıca seyahatlerinde ikram edilen yemekleri reddetmez, keyifle tüketirmiş ama günlük hayatında çok çeşitli yemezmiş. 

Ulu Önderimizin ölümünün 85. yıl dönümünde onu özlemle, saygıyla ve minnetle anıyor, bize açtığı aydınlık yolda yürümeye devam ediyoruz.

Tamamını Oku

Dosya

Kısık Ateşte Uzun Uzun Pişen Sanatsal Bir İntikam: The Menu

Published

on

Oldukça uzun bir hazırlama sürecinden geçen, kısık ateşte uzun uzun pişirilmiş sanatsal bir intikam yemeği sunuyor The Menu bizlere. Servis edilen her lezzet ile gerginliğin derinliğine doğru ilerliyoruz ve duyular için özenle hazırlanmış bu şölen, giderek daha da karanlık bir hale geliyor. 

Aylar öncesinden rezervasyon ile deneyimleme şansı bulabileceğiniz, her ürününü kendisi özel olarak yetiştiren, bütün duyulara hitap eden ve yemeği sanata dönüştüren bir adada, bir ‘fine dining’ restoranındayız. Bu restoranda çalışan herkes bu adada yaşıyor, her ürün adadan temin ediliyor, restoran misafirleri ve çalışanları dışında adaya hiçbir şekilde ulaşım bulunmuyor. Şefimiz Slowik buranın yıldızı, lideri, en çok korkulan ve saygı duyulan ada sakini. Özenle tasarladığı, travmalarıyla harmanladığı yemekleri film boyunca bir bir deneyimliyor, her bir yemekle birlikte daha da karanlığa doğru ilerliyoruz. 

The Menu, Ralph Fiennes, Anya Taylor-Joy, Nicholas Hoult gibi popüler isimleri bir araya getiren bir kara mizah – gerilim filmi. Filmin yönetmeni Mark Mylod, senaristler ise Seth Reiss ve Will Tracy. Fine dining restoranlarının ilkelerine, şeflerin sanatının bir takıntı haline gelmesine, zevksizliğe ve toplumun zengin tabakasına bir eleştiri niteliği de taşıyor. Toplumu alanlar ve verenler olarak ikiye ayırıyor, her birini ayrı ayrı eleştiriyor, yıkım için kabaran bir iştah sunuyor seyirciye. 

Hem yemekle ilgili olduğu için, hem de film ilerledikçe gerilim miktarı arttığı için seyircinin dikkatini de uzun süre tutabilen bir film The Menu. Kara mizah ve gerilimin gastronomi ile birleştirilmiş halini izlemek isterseniz tavsiye ederiz, keyif alacaksınız.

Tamamını Oku